Kötü yanı bu oldu işte, çok fazla kahveci var etrafta ve ilk bakışta hangilerinin gerçek kahveci olduğunu anlayamayabiliyorsun. Önce isimleriyle ilgini topluyorlar ve içeri adımını attığında seçtikleri masalar, kupalar ve duvarlara astıkları alakasız afişlerle avuçlarının içine aldıkları biricik ilgini dört bir yana dağıtıyorlar. Sonra, sen daha ne olduğunu anlayamadan kendini hem soğumuş hem acımış bir filtre kahveyle buluyorsun, ne kadar tatsız! Ben anlayabilirdim aslında, eğer mekanı belirleme işi bana düşmüş olsaydı. Sonuçta deneyimli sayılırım bu işlerde, pek çok kez kendimi ve birkaç kez de çevremdekileri kurtarmışlığım vardır bu tür krizlerden. Bu maceralarımdan bahsetmemiş miydim ona sanki? Belki de daha heyecanlı bir tanesini seçmiş olsaydım yeteneğimi daha iyi kavrayabilirdi, böylelikle yarım saat gecikmiş olmasını berbat bir kahve ve bu kahveye harcanan para, zaman, damak tadı ile taçlandırmamış olurdu.
Eh, en azından keyifli parçalar çalıyor, tamamıyla berbat bir seçim diyemeyiz. Güzel müzik dinlemek de can sıkıcı olmamalı, henüz o raddeye gelmedik değil mi? Herkes için çok uyumlu ve keyifli değil midir zaten kahve ve müzik, kim buna karşı çıkabilir ki? Hele şu melodiler yok mu, kesinlikle insanı yakalıyor. Belki de trafiğe takılabileceğini öngörerek ve onu beklerken en azından kaliteli müzik eşliğinde vakit geçirmemi dileyerek burayı önermiştir, sonuçta hepimiz iş çıkışı trafiği nasıldır biliriz. Ne kadar da naif bir düşünce! Bu şarkıdaki melodi onu da yakalardı kesinlikle, burada olsaydı eğer, birbirimizi istemsizce ritme ayak uydurmaya çalışırken yakalayabilirdik. Ben muhtemelen kelimelerimi şarkının ahengiyle buluşturmaya çalışırdım, o ise genelde yaptığı gibi hafifçe ritim tutardı parmaklarıyla. Eğer şarkılar bu ritimde devam ederse az sonra kapıdan girip karşıma oturduğunda, havadan sudan sohbetimizde bunun yaşanacağı o kadar bariz ki! Acaba o hangi noktada fark edecek bu durumu, sabırsızlanmadığımı söyleyemem doğrusu.
Parça listesinin hazırlanmasına bir lafım yok ama sanki ses seviyesi konusunda ufak sorunlar var. Tabii benim yanımda ortaya çıkabilecek bu tarz zamansal aksilikler için her zaman bir kitap taşıdığımı henüz bilmiyor olabilir. Her ne kadar onunla kitaplarım hakkında konuşmaya çalışmış olsam da sadece birkaç dakikalık sohbetten benim alışkanlıklarımın doğasını kavrayamaz ya! Her ne kadar gençliğimde müzikal maceralar içine atılmış olsam da yıllar içinde okumayı öncelikli bir tercih haline getirdiğimi bilemez ki! Ah hayır, ondan bunu bekleyemem kesinlikle, hele ki o benim için bunca güzel temenniler içindeyken bu çok acımasız bir davranış olur. Zihnimin içine ben istemeden doluşan melodileri kabul edebilirim ve kitabımı, bir miktar hüzünle de olsa, kapatıp çantama koyabilirim kesinlikle. Bu fedakarlığı yapmaya değecek biri, hissediyorum. Zaten insan ilişkilerini sürdürebilmenin en hızlı sonuç veren yolu bu değil midir? Fedakarlıklar yapmak, buna yavaş yavaş alışsam iyi olur.
Hem, ne kadar daha gecikebilir ki? İş çıkış trafiğinin şimdi yavaş yavaş dağıldığına adım gibi eminim. Birazdan burada olduğunda ve bana kendisiyle ilgili tüm büyüleyici şeyleri anlatmaya başladığında zihnimin okuduğum karakterle meşgul olmasındansa güzel melodilerle o’na hazır olmasını tercih edeceğim bu kadar açıkken, üzülmeye hiç gerek yok bu konuda. Acaba mesaiye mi kaldı? Sanmam, eğer öyle olsaydı bunu bana çoktan haber verecek kadar kibar ve ince düşünceli biri o!
Bu damağımdaki acı ve yanık tattan kurtulsam bir de, o zaman kendimi bütünüyle hazır ve canlı hissedebileceğim işte. Ne vardı sade kahve içecek böyle bir yerde. Ne kendimi övmek ne de bu küçük işletmeyi aşağılamak amacındayım aslında ama, bendeki de göz yahu, bu tezgahta kahve demlenemeyeceği çok belli! Sabahın erken saatlerinde demlenen ve içicisiyle buluşması saatler alacak olan çekirdekler bir kavanoz içinde. Kapağı açık bir kavanoz! Bayat kokularını kendileri bile koklayabilecekler neredeyse...
Yine de, objektif olursak eğer, daha kötü bir duruma da düşürebilirdim kendimi. Çay içmediğime çok memnunum mesela, yan masaya gelen çaya bakılırsa buradakiler çay demlemeyi de bilmiyorlar. Sallama çayların bile rengi daha iç ısıtıcı şu zamanda!
Bir dakika, yoksa… Çok mu huysuzum bugün? Kimi zaman eleştirilerime kendimi fazlaca kaptırdığımı söylenir, küçük olumsuzluk ihtimallerinden yola çıkıp büyük hayal kırıklıklarına vardığım, bütünüyle yerdiğim her şeyi, hatta kendi umutsuzluğuma başkalarını da sürüklediğim. Kimlerce mi? İtiraf ediyorum, çoğu kimse bunu düşünmez hakkımda. Ara sıra kendi kendime yaptığım küçük sohbetlerin çıkarımları bunlar. İyi gizlerim bu tavırlarımı, öyle hesaplıca ifade ederim ki hor görmelerimi, girizgahımdaki iltifat bulutlarının içindeki irice ve keskin dolu tanelerini fark etmezler. Belli ki artık ben de hava durumunu takip etmekte zorlanıyorum, konunun uzmanı meteoroloğun sadece ve sadece ben olmam ise büyük bir talihsizlik değil de ne? Dikkat edin sevgili kafe sakinleri, bugün kapalı alanlarda beklenmedik yağmurlar ve yer yer dolular görülebilir, işin doğrusu kimse emin değil! Garson da böyle düşünüyor olmalı ki, kahveden aldığım her yudumumla ekşittiğim yüzümü tedirginlikle izliyor, acı tattan dolayı kıstığım gözlerimle dahi görebiliyorum kendisini.
Birazcık gece uykusu iyi gelebilirdi sanırım bu halime, ya da daha iyi bir kahve içebilseydim… Bak hala! Bu kadar mızmızlık benim için bile fazla. İç sesim kafamın içini tırmalayamaya başladı, bu şekilde başımı ağrıttığıma inanamıyorum!
Bu arada, şu yan masadaki kadın beni mi izliyor? Geldiğimden beri burada olmalı aslında ama bu garip bakışı yeni atıyor. Bir şey mi oldu ki? Tuvalete giderken masasına mı çarptım? Demlenmemiş çayını mı döktüm? Ki eğer dökmüş olsaydım bana teşekkür etmesi gerekirdi, bir bardak haşlanmış suyu içmekten kurtulduğu için. Hem ben de eşek değilim ya, kendisinin çayını tazelerdim kesinlikle. Kim bilir, gelen çay usulünce demlenmiş olurdu, yine teşekkürü hak ederdim. Böyle bir halde hiçbir olasılıkta bana sinirlenebilmesi mümkün değil açıkçası! Gerçi üstündeki dumanı bir türlü azalmak bilmeyen çayı eğer üstüne dökmüş olsaydım kendisinin ayıplayıcı ve kızgın bakışlarını haklı görebilirdim, buna ben de sinirlenirdim işte, kim sinirlenmezdi ki? Belki yalnızca çok üşüyen kimseler… En nihayetinde ben hiçbir şey dökmedim, gürültü yapan tek şey nerede olduğunu bir türlü çözemediğim hoparlörler ve karşısındakine sesini duyurmaya çalışan insanlar, ki geçtiğimiz saatlere göre masalardaki insanların sayısındaki azalma dikkate alındığında sadece hoparlörler de denebilir. Birazdan ben de, hatta biz de demeliyim, müziği bastırarak kendimizi duyurmaya çalışırken bir miktar gürültüye sebep olacağız (ah!) ama şuan için kimseyle konuştuğum, hatta iletişime girme çabasında bulunduğum dahi yokken bu düşmanca bakışlar çok fazla!
Evet, şimdi ben de kabaca ve gözlerimi kaçırmadan bakıyorum, en azından birkaç saniyeliğine, çünkü az önce fark ettim hanımefendi, bana bu şekilde bakmak için hiçbir haklı sebebiniz yok! Lütfen garsona veya baristaya bu şekilde bakın, böylece birlik olup bir ihtimal işlerinin hakkını vermelerini sağlayabiliriz! Şaşırtıcı sayıda masası ve müşterisi olan bu sosyalleşme mekanında bulunan iki yalnız olarak birbirine en fazla destek olması gerekenler biz değil miyiz? Gerçi ben yalnız olmaya devam etmeyeceğim, bu her halimden belli olsa gerek, az sonra yalnız oturma dönemim sonlanacak, buna alınmış olmanız mümkün mü acaba? Evet, tabii ya! Kızgınlığınızın sebebini şimdi anlıyorum, birini beklemeyi ve yalnızlığımı terk edişimi bir kaybediş, bir pes ediş olarak görüyor olmalısınız! Ah hanımefendi, hayır hayır hayır… İçinde bulunduğunuz yanılsamayı çok iyi biliyorum çünkü yakın zamana dek ben de aynı halüsinasyon silsilesi içinde başıboş bir biçimde kulaç atıyordum, ama sevgili hanımefendi, şükürler olsun sonunda ayaklarım bir kara parçasına basıyor! artık biliyorum, yalnızlık sadece yalnızlık değil, bu bir hastalık! Sürekli mide bulantısına yol açan, ansızın yakan, baş döndüren, kafa karıştıran bir hastalık. Ve bundan kaçıp kurtulmak için bir ilaca ihtiyacınız var. “O” diyorlar, o… O’nu bulmalısınız. Ben bunları nasıl mı öğrendim? Açıkçası gerçekleri nasıl bu kadar geç gördüğüme ben de şaşıyorum değerli hasta hanımefendiciğim, baştan beri herkesin ağzında olan, öğüt olarak nesilden nesile geçen, açıkça veya alt metin olarak sürekli önümüze sürülen bu gerçeği nasıl bu kadar geç görmüş olabilirim? Sanırım bu da hastalığımın belirtilerinden biriydi. Bir de şimdiki halime bakın, turp gibiyim! Tamam, itiraf ediyorum halen ani mide bulantılarım oluyor ama bunun bir adaptasyon süreci olduğuna eminim.
Ah, sonunda! Sanırım bakışlarımla düşüncelerimi aşağı yukarı ifade etmiş olmalıyım, sevgili hanımefendi toplanıyor, hemen arayışına başlayacak olmalı, kesinlikle doğru hamle! Ama… Neden tüm masalar yavaşça boşalıyor? İstemeden bir kitle hareketi yaratmış olmam mümkün mü? Tamam, birazcık hayalperest olabilirim ama henüz zihinsel güçlere inanmıyorum, teşekkürler!
Garson yaklaşıyor, kahvenin içilebilecek ısı ve tadı çoktan kaybettiği düşüncesiyle önümdeki kupayı almak istiyor olmalı, tabii ki haksız olduğunu söyleyemem ama zaten bu koşullar kupa önüme geldiğinde de yoktu ki şimdi olsun canım! Evet, doğru tahmin! Güle güle bayat ve acımış kahve, lavaboya selam söyle! Ama, o da ne?
“Bir de 10-15 dakikaya kafeyi kapatıyoruz, acele etmenize gerek yok ama hesapları kapatmaya başladık. Kasada ödeyebilirsiniz siz de, masanız yedi numara, yine bekleriz.”
Comments