top of page

Ne Yapacağım Şimdi Ben

Yüzüne vuran turuncu ışıkla uyandı. Gözlerini kırpıştırarak etrafa bakındı, bir arabanın sürücü koltuğunda oturuyordu. Ne de karmaşık rüyalar görmüştü öyle. Yaklaşık on saniye boyunca başını koltuğa yaslayarak aklına herhangi bir düşüncenin gelmesini bekledi ama kendisine ulaşan tek şey karmaşık rüyasından parçalar oldu. Dikiz aynasından kendisine kaçamak bir bakışla yan koltukta duran ceketi uzanıp eline aldı. Bir aracın içinde amaçsızca oturan herkesin elbet bir zaman sonra yapacağı gibi o da araçtan çıkmaya yeltendi. Yavaşça dışarı çıkarken sokak lambasının turuncu yansımaları bir kez daha gözünü aldı. Durumunun şartlarından ötürü bu kadar keskinliğe ne gerek olduğu sorgulamasını yarıda kesip bir diğer sorgulamaya atladı hemen; şuan tam olarak neredeydi?


Arabadan biraz uzaklaşıp bir daha bakındı etrafına. Öncelikle arabayı inceledi dikkatlice, kendine güvenli bir yuva arayan sokak kedisi gibi dolaştı çevresinde. Ne model ne plaka tanıdıktı ama yine de çok yabancı olmayan bir şeyler vardı. Sokaktaki binalar, kaldırımlar, su birikintileri bir şeyler ifade edebilecek gibiydi ama bir türlü etmiyorlardı. Bir anda şakaklarına vuran bir sızıyla iki büklüm oldu, ne de karmaşık rüyalar görmüştü öyle, karanlık ve gürültülü.

Ağrıdan kaçmak ve belki de bir ilerleme kat etmek istediği için rastgele seçtiği bir sokakta yürümeye başladı, hava karanlıktı ve yakında aydınlanacak gibi de görünmüyordu. Yine de nöbetçi bir eczaneye veya uykudan hazzetmeyenler için açık bir kahveciye rastlamak güzel olurdu. Düşündükçe daha büyük bir ağrı yerleşiyordu kafasına, “Neredeyim ben, burası neresi?”


Seçim yaptığı üçüncü sokakta ilerlerken aklına geldi bir anda, birilerini arayabilirdi. Önce ceplerini yokladı ama bir şey bulamadı. Derken, ceketin iç cebinde bir şey hissetti, eski model sayılabilecek bir telefondu bu. Pek tanıdık gelmemiş olsa da hızlıca çıkardı. İş göreceği kesindi, görmeliydi! İşte elindeydi, istediği kişiyi uyandırma, azarlama ve kendini aldırma lüksünü verecek olan şey. Ama sevincinde bir boşluk vardı. İlk önce kestiremese de sonradan fark etti ki, aramak için aklına kimse gelmemişti. Yine de moralini bozmak istemedi, arada olurdu böyle şeyler. Sonuçta elinde hala bir telefon vardı, rehber yardımcı olabilirdi isimler konusunda. Zaten bir rehberin varoluş nedeni de bu değil miydi en başta? Önce “Herkesin rehberinde kim olduğunu çıkaramadığı Selin’ler, Tolga’lar olabilir yahu!” düşüncesiyle kendini rahatlatmayı denese de alfabetik sıralamayı ikinci kez incelerken telefonun kendisine ait olmadığına kanaat getirdi, ne yazık ki yazılı hiçbir isim zihninde tanıdık bir sima yaratmamıştı.


Bir anlığına bu garip olayın kaçınılmaz sonucu olan şaşkınlığa kapılıp birkaç fiske daha afalladı ve çaresizce etrafına bakınmaya devam etti. Düzensiz ve sessiz binaların arasında kendini uzaya gönderilmiş bir denek gibi hissediyordu; tamamen yabancı bir çevreye uyum sağlamaya çalışan ve mutlak sessizlikte ses çıkarmaya çalışan.


İç geçirerek telefonu bulduğu cebe koyarken “Eh,” diye düşündü, “sanırım olabilecek tüm garip şeyler oldu, bundan sonra elbet ki açıklayıcı bir şeyler olmalı.” Oldukça mantıklı gelen bu teselli düşüncesi bir anda içini büyük bir umutla doldurdu ve çöken omuzların geriye atarak ve elbet bu labirentten çıkacağına inanarak yürümeye devam etti.


Tam olarak ne kadar süre yürüdüğünü kestiremese de herhangi bir hareket yakalamaya odaklanmış gözlerinin yorulduğunu hissedebiliyordu artık, hafifçe yanmalar ve kaşınmalar başlamıştı. Birbiriyle aynı şekilde aydınlatılmamış sokaklar ve birbirine zerre kadar benzemeyen binalar arasında yeniden turuncu ışıklı sokak lambasına denk geldi. Hafifçe başını kaldırıp ışığın gözlerini kamaştırmasına izin verdi ancak bu tercihi bir nebze uykusunu açmakla beraber başını döndürmeyi ihmal etmedi.


Hızla sokak lambasına sarılırken kendini tekrar sarsıcı rüyasından parçalarla boğuşurken buldu; bağırışlar, cam kırıkları, tekerlek sesleri ve görüntülere eşlik eden sarsıcı baş ağrısı. Derin nefeslerle kendini en ilkel biçimde sakinleştirmeye çalışırken görüntülere eşlik eden bir de ses olduğunu fark etti. Biraz zaman ve emek alsa da düşündükçe rüyası hakkında detayların canlandığını keşfetti. İki kişi, hızlı bir araç ve eve dönüş hissi… Bir süre sonra bağıran kişinin tanıdık sesi kulaklarında çınlıyordu, ne de karmaşık rüyalar görmüştü öyle.


Dengesini tamamen kaybederek kaldırım kenarına diz çöktükten ve nefes düzenini tamamen oturtarak biraz olsun rahatladıktan sonra turuncu ışık da pek rahatsız edici değildi artık. Kafasını direğe yaslarken gözlerinin kapanmasına engel olamıyordu, kulaklarındaysa o eski tanıdık ses ve yumuşak ezgileri vardı. Sesin kulaklarından başlayarak tüm vücudunu kaplamasıyla artık o sokakta değil de eski yumuşak yatağındaydı sanki, uykuyla savaşmanın ne manası vardı?


Ne kadar süre uyuduğunu bilemeyerek gözlerini araladığında kucağında bir sıcaklık hissetti. Uyanış sebebi bu olmalıydı. Halen karanlık olan havaya baktıktan sonra kendini istemsizce dizlerinde mırıldanan kediyi okşarken buldu, “Eh, en azından benim dışımda uyanık olan başka bir canlı daha varmış etrafta.” Diye düşündü sinirlerine hakim olamayıp gülerken.


Başı halen direğe yaslı bir şekilde başından geçenleri, şuana dek neler yaptığını gözden geçiriyordu ki usulca kucağından yere atladı karamel renkli kedi ve turuncu ışığın altında uyuşukça hareket döngüsüne devam etti. O’ysa içine dolan nedensiz bir huzurla sokaktaki binaları, yarı kapalı perdeleri incelerken aydınlık hallerini hayal edebildiğini fark etti. Sanki yavaşça güneş doğsa şimdi ve insanlar usulca evden çıkmaya başlasalar, o da kalkıp ayak uydurabilirdi bu mahalleye. Düşünmeden fırına uğrardı önce ve ardından kahvaltı hazırlamaya eve. Kızartılmış ekmek ve taze demlenmiş bir fincan kahvenin kokusu ile uyandırırdı evdekileri. İştahla gömüldüğü reçelden hevesini aldıktan sonra anlatırdı başından geçenleri. Birkaçı inanmış gibi yapardı, diğerleri gülerdi açıkça anlattıklarına. O da tatlı bir sinirle kanıtlamaya çalışırdı kendini, hevesli ama yorgun olurdu böyle bir gecenin sabahında. Bu düşüncelerle kedinin ışıkta gölgelenen tüylerini dalgınca izlerken iç geçirdi derince, karanlık ve bomboş sokakta oturduğunun ayırdına vardı yeniden.


Tanıdık bir hisse kapıldı aniden. Hiç yabancı gelmeyen karşısında gerinen kedi miydi yoksa gerinme fiilinin kendisi miydi ayırt edemedi. Hissetmiş gibi bir anda durup kendisine bakan kedinin yürümeye başlamasıyla ayağa kalktı o da. Bir yandan tanıdık birini düşünmeden takip etme refleksiyle diğer yandan da etrafındaki canlı tek şeyi kaybetmemek isteğiyle kedinin izinden yürümeye başladı usulca. Bir gece yarısı sokakta uyumuş olmanın üstüne bıraktığını düşündüğü sersemlikle yürümekte zorlansa da arada durup kendisine bakan ve arayı kapatmasını bekleyen kedinin desteğiyle durmayı hiç düşünmedi, ta ki kedi durana kadar.


Tempolu olmasa da öyle hissettirmiş bir yürüyüşü sonlandırmak için hafifçe büktüğü dizlerinden nefes nefese destek alırken fark etti sokaktaki garipliği. Belki bir suç mahalli, belki bir kaza sonrası görüntüsü vardı burada. Masmavi arabanın yamulmuş önü ve kırılmış camları yandaki soluk renkli kamyonla iç içe geçmişti. Bu sessiz ama çarpıcı görüntüyle zihninde şimşekler çaktı aniden, kaybolan hakimiyetler, sert manevralar ve kuvvetli düşüşler, ne de karmaşık rüyalar görmüştü öyle. Zonklayan başını sıkarak ağrıdan kurtulabileceğine inanmış gibi elleriyle kavradığı şakaklarını sımsıkı tutarak sızının bir nebze hafiflemesini bekledi, ardından birkaç adım daha yaklaştı bir talihsizlikten geriye kalanlara.


Şaşkınlık ve tedirginlik arasında kalmış tavırlarıyla çevresini incelerken turuncu ışık yerdeki kırık camlardan yansıyıp gözünü aldı, bir kez daha. Arabanın etrafında dolaşırken birden hatırladı bu modeli, rengi ve plakayı. Gerçekliğiyle rüyasının birbirine geçtiğini kavramasıyla kaçınılmaz bir şekilde anladı uyandığı sokakta olduğunu. Telefonu, ceketi hatta kendini bulduğu arabanın karşısındaki araba olduğunu. Baş dönmesiyle araca tutunurken fark etti kendi üstü başının da cam kırıkları ve kan lekelerinden izler taşıdığını. Yavaşça sürücü koltuğuna otururken arka tarafta hareketsiz yatan babasının varlığını. Dikiz aynasından kendiyle göz göze gelirken alnındaki büyük yarığı. Boş bakan gözlerinin kontrolünü yavaşça kaybederken düşündü “Tabii ya, öyle olmuştu…”


İlerleyen saatlerde, günün ağarmasıyla evlerinden çıkan insanlar gördüler önce kaza mahallini, sonra yerel polisler ve en sonunda ambulanstaki sağlık görevlileri. Birkaç kanaldaki ana haberde geçti ismi, birkaç dostu üzüldü arkasından, birkaç gece uykusu sürdü ardından yaşanan yas ve unutuldu o da, tıpkı onun da önceden unuttuğu birkaç dostu gibi.


“Gece uykusunun en derin olduğu saatlerde yaşanan bir trafik kazasında Tolga Kantor beyin kanaması ve aynı araçtaki babası Sadık Kantor kalp krizi sebebiyle hayatlarını kaybettiler. Araçta kedi taşıma çantasının da bulunmasına rağmen herhangi bir kediye rastlanılmadı.”

Son Yazılar

Hepsini Gör

No: 7

Kötü yanı bu oldu işte, çok fazla kahveci var etrafta ve ilk bakışta hangilerinin gerçek kahveci olduğunu anlayamayabiliyorsun. Önce...

Düşler Gibi Hala

Çilleri vardı. Çok belli etmezlerdi kendilerini ama baharın son günlerinden birinde, suratına yansıyan akşam güneşinin altında...

Bir Son Dakika Sürprizi

Pencereden yatağına vuran güneş ışıklarıyla uyandı Cansu. İlk işi başucunda duran telefonuna bakmak oldu, alarmının çalmasına daha yirmi...

Comentários


Hey! Var mı bana söylemelik bi' şey?

Teşekkürler!

© 2035 by Train of Thoughts. Powered and secured by Wix

bottom of page